ANA SAYFA             SURELER    KONULAR

 

KEHF

17

/

18

وَتَرَى الشَّمْسَ إِذَا طَلَعَت تَّزَاوَرُ عَن كَهْفِهِمْ ذَاتَ الْيَمِينِ وَإِذَا غَرَبَت تَّقْرِضُهُمْ ذَاتَ الشِّمَالِ وَهُمْ فِي فَجْوَةٍ مِّنْهُ ذَلِكَ مِنْ آيَاتِ اللَّهِ مَن يَهْدِ اللَّهُ فَهُوَ الْمُهْتَدِ وَمَن يُضْلِلْ فَلَن تَجِدَ لَهُ وَلِيّاً مُّرْشِداً {17}

 وَتَحْسَبُهُمْ أَيْقَاظاً وَهُمْ رُقُودٌ وَنُقَلِّبُهُمْ ذَاتَ الْيَمِينِ وَذَاتَ الشِّمَالِ وَكَلْبُهُم

بَاسِطٌ ذِرَاعَيْهِ بِالْوَصِيدِ لَوِ اطَّلَعْتَ عَلَيْهِمْ لَوَلَّيْتَ مِنْهُمْ

فِرَاراً وَلَمُلِئْتَ مِنْهُمْ رُعْباً {18}

 

17. Güneş doğduğu zaman, mağaralarının sağ tarafına yöneldiğini, battığında da onların sol yanlarından kayıp gittiğini görürdün. Kendileri ise oranın geniş bir yerinde idiler. Bu, Allah'ın ayetlerindendir. Allah kime hidayet verirse o doğru yola erdirilmiştir. Kimi de saptırırsa, artık onun için doğru yola erdirecek bir veli bulamazsın.

18. Onlar, uyuyor oldukları halde sen onları uyanık sanırdın. Biz onları sağ yanlarına da, sol yanlarına da çeviriyorduk. onların köpeği ise, giriş yerinde iki kolunu uzatmıştı. Yanlarına çıkıp onları görseydin, mutlaka onlardan geri dönüp kaçardın ve hiç şüphesiz onların korkusu ile dolardın.

 

"Güneş doğduğu zaman mağaralarının sağ tarafına yöneldiğini ... görürdün." Yani, ey bu buyruklara muhatap olan kimse! Sen, güneşin doğduğu sırada onların mağaralarından meyledip gittiğini görürdün. Yani, sen onları görmüş olsaydın, bu halde olduklarını görecektin. Yoksa burada muhatabın, onları muhakkak gördüğü anlamında bir hitap değildir.

 

"Meyledip bir tarafa çekilmek" anlamındadır. "Meyletmek" demektir. Gözü bir tarafa kaymış olan bir kimseye "el-Ezver" denilmesi de buradan gelmektedir. Gözün dışındaki kaymalar hakkında da kullanılır. Nitekim İbn Ebi Rebia şöyle demiştir: "Ve onların korkusuyla yanım meyl etmektedir (ezver)."

 

Antere'nin şu mısraında da bu kelimenin kökünden gelen fiil kullanılmaktadır: "Mızrakların boynuna indirdiği şiddetli darbelerden dolayı yana meyletti."

 

Mute Gazvesi ile ilgili hadiste de Rasulullah (s.a.v.)'ın, Abdullah b. Revaha'nın tahtında Cafer ile Zeyd b. Harise'nin tahtına nisbetle bir meyil (izvirar) gördüğü zikredilmektedir.

 

Haremeyn ahalisi ile Ebu Amr, "Yöneldi" kelimesini "te" harfini "ze" harfine idğam ile okumuşlardır. Bunun da aslı: (...) şeklindedir. Asım, Hamza ve el-Kisai "ze" harfini şeddesiz olarak (...) diye okumuşlardır. İbn Amir: (...) diye okumuştur. el-Ferra, (...) şeklinde okunduğunu nakletmiştir ki, hepsinin de anlamı birdir.

 

"Battığında da onların sol yanlarından kayıp gittiğini görürdün" anlamındaki buyrukta geçen; "Onların ... dan kayıp gittiğini" buyruğunu cumhur, "onları öylece bırakıp gittiği" anlamında "te" ile okumuşlardır. Bu açıklamayı Mücahid yapmıştır. Katade ise, "onları bu hallerinde terkettiğini" diye açıklamıştır. en-Nehhas bu, dilde bilinen bir manadır derken, Basralılar, bir kimseyi terk etmeyi anlatmak üzere; "Onu terk etti, eder" denildiğini nakletmektedirler.

 

Buyruğun anlamı şudur: Onlara bir keramet olmak üzere güneş hiç bir şekilde isabet etmiyordu. Bu da İbn Abbas'ın görüşüdür. Yani, güneş doğduğunda, mağaralarının sağ tarafına doğru meylederdi. Güneş battığı takdirde ise mağaralarının sol tarafından meylederdi. Böylelikle günün başlangıcında da, sonunda da güneş onlara isabet etmezdi. Onların mağaraları, Rum diyarında (küçük ve büyük) ayı yıldızlarına doğru bakıyordu. Güneş doğarken de, batarken de, doğudan batıya doğru hareket ederken de onlardan başka tarafa kayıyor ve sıcağı ile onları rahatsız etmemek, tenlerinin rengini değiştirmemek, elbiselerini de eskitmemek için güneş ışığı onlara ulaşmıyordu.

 

Şöyle de denilmiştir: Mağaralarının güney tarafından da batı tarafından da güneşe karşı birer engeli vardı. Onlar da bu iki engelin köşesinde bulunuyorlardı. ez-Zeccac'ın kanaatine göre ise, mağaranın herhangi bir tarafa açılan ve bunu gerektiren bir kapısı bulunmaksızın güneşin bu durumu, Allah'ın ayetlerinden bir ayet idi.

 

Bir kesim, bu kelimeyi; (...) şeklinde "ye" ile kesmek anlamına gelen; (...) mastarından gelen bir fiil olarak okumuşlardır. Yani, mağara gölgesi ile onlara gelen güneş ışığını kesiyordu.

 

"Battığında da onların sol yanlarından kayıp gittiğini" buyruğunun şu anlama geldiği söylenmiştir: Yani, güneş ışığından az miktar onlara değiyordu. Bu ise altın ve gümüşün kırıntısı anlamına gelen; "(...) kelimesinden alınmadır. Güneş ışınlarının az bir bölümü onlara ulaşıyordu, anlamındadır. Bunlar, bu görüşlerini şöyle açıklamaktadırlar: Akşam vakti güneş ışınlarının onlara değmesi, bedenlerini ıslah edici bir özelliğe sahipti.

Özetle söyleyecek olursak, bu konudaki ayet (ilahi: belge) şudur: Yüce Allah, bu niteliklere sahip bir mağarada onları barındırdı. Günün büyük bir bölümünde üzerlerine güneş ışığının gelmesi dolayısıyla rahatsız olacakları bir başka mağarada onları barındırmadı. Bu açıklamaya göre, bir bulutun gölge yapması, yahut bir başka sebep dolayısıyla güneş ışığının onlara ulaşmasının engellenmesi mümkündür. Maksat onların, gerek bedeni değişiklik, gerekse de tenlerinin renginin değişmesi, diğer taraftan sıcak ya da soğuktan rahatsız olmak gibi rahatsız edici her bir şeyin, ulaşmasına karşı korunduklarının açıklanmasıdır.

 

"Kendileri ise oranın" yani mağaranın "geniş biryerinde idiler" buyruğundaki: "Geniş yer" demektir. Çoğulu; (...) ile (...) şeklinde gelir. Şair de şöyle demektedir: "Kimse başka bir tarafa sapmaksızın ve yalnız başına ayrı da kalmaksızın Her bir vadiyi ve her bir genişliği adamlarla ve atlarla dolduranlar bizleriz."

 

Buyruk, onların kendilerine hava, esinti ve meltemlerinin isabet edeceği bir halde olduklarını anlatmaktadır.

 

"Bu, Allah'ın ayetlerindendir." Allah'ın onlara bir lütfudur. Bu da ez-Zeccac'ın konu ile ilgili açıklamasını pekiştirmektedir. Tefsir bilginleri şöyle demektedir: Onlar, uyuyor oldukları halde, gözleri açıktı. O bakımdan onları gören herhangi bir kimse onları uyanık zannederdi.

Şöyle de açıklanmıştır: Uyanık bir kimsenin yattığı yerde çokça dönüp durması gibi, onların da çokça dönüp durmalarından ötürü, sen onların uyanık olduklarını zannederdin.

 

"Uyanık (kimseler)" kelimesi, (...) ile (...) kelimesinin çoğuludur ve bu da uyanık bulunan kimse demektir.

 

"Onlar uyuyor oldukları halde" ifadesi ise, Arapların; "Onlar, rüku, sücud ediyor ve oturuyor oldukları halde" ifadesine benzemekte olup çoğul olanlar mastar ile nitelendirilmişlerdir.

 

"Biz onları sağ yanlarına da sol yanlarına da çeviriyorduk" buyruğu hakkında İbn Abbas der ki: Yer onların etlerini yiyip bitirmesin diye böyle yapıyordu. Ebu Hureyre dedi ki: Her yıl onlar iki defa döndürülüyorlardı. Yılda bir defa döndürüldükleri de söylenmiştir. Mücahid de şöyle demektedir:

 

Her yedi yılda bir defa döndürülüyorlardı. Bir başka kesim de şöyle demektedir: Ancak son dokuz yılda döndürülmüşlerdir. üç yüz yıl içerisinde ise döndürülmediler. Müfessirlerin konu ile ilgili açıklamalarının zahirinden anlaşıldığına göre; onların bu döndürülmeleri Allah'ın bir fiili idi. Bununla birlikte, Allah'ın emriyle bir melek tarafından yapılması ve böylelikle bu fiilin Yüce Allah'a izafe edilmesi de mümkündür.

 

 

[ - ]

Yüce Allah'ın: "Onların köpeği ise giriş yerinde iki kolunu (ön ayaklarını) uzatmıştı" buyruğuna dair açıklamalarımız ise dört başlık halinde sunacağız:

 

1- Köpekleri:

2- Köpek Barındırma ile ilgili Rivayetler:

3- Beslenmeleri Mübah Olan Köpeklerin Nitelikleri:

4- Hayır ve Salah Sahibi Kimseleri Sevmenin Bereketi:

 

1- Köpekleri:

 

Yüce Allah'ın: "Onların köpeğ!" buyruğu ile ilgili olarak Amr b. Dinar şöyle demektedir: Akrepten alınan sözlerden birisi de, "gece veya gündüz Allah Nüh'a salat ve selam eylesin" diyen herhangi bir kimseyi sokmaması; köpekten alınan ahidlerden birisi de: "Onların köpeği ise giriş yerinde iki kolunu uzatmıştı" diyerek, üzerine gelen her hangi bir kimseye zarar vermemesidir.

 

Müfessirlerin çoğunun kanaatine göre burada sözü edilen köpek, gerçek bir köpektir. -Mukatil'in dediğine göre- onlardan birisinin av köpeği yahut ekinini veya koyunlarını bekleyen bir köpeği idi. Köpeğin rengi ile ilgili -esSa'lebi'nin de sözünü ettiği şekilde- çok fazla görüş ayrılıkları vardır. Bunun hülasası şudur: Hangi renkte olduğunu söylersen isabet edersin. O kadar ki, onun rengi taş rengi veya sema renginde idi dahi denilmiştir. Aynı şekilde köpeğin adı konusunda da görüş ayrılığı vardır. Hz. Ali'den Reyyan, İbn Abbas'dan Kıtınir, el-Evzai'den Muşir, Abdullah b. Selam'dan Basit, Ka'b'dan Sıhya, Vehb'den Nikya olduğu söyledikleri nakledilmiştir. Kıtmir olduğu da söylenmiştir ki, bunları es-Sa'lebi nakletmektedir.

 

Onların dönemlerinde tıpkı günümüzde bizim şeriatimizde caiz olduğu şekilde köpek beslemek, alıkoymak da caiz idi.

 

İbn Abbas der ki: Kehf ashabı, geceleyin kaçtılar. Ve bunlar yedi kişi idiler. Beraberinde köpeği bulunan bir çobanın yanından geçtiler. O da dinlerini kabul ederek arkalarından gitti.

 

Ka'b dedi ki: Onlar, bir köpeğin yanından geçtiklerinde köpek onlara havladı. Onu kovdular. Ancak, geri döndü, defalarca onu kovdular. Bu sefer köpek, arka ayakları üzerine dikilip ön ayaklarını dua eden bir kimsenin yaptığı şekilde semaya doğru kaldırıp dile geldi ve: Benden korkmayın, çünkü ben Allah'ın sevdiklerini seviyorum. Siz uyuyun, ben de sizi koruyayım, size bekçilik edeyim, dedi.

 

2- Köpek Barındırma ile ilgili Rivayetler:

 

Sahih (-i Müslim) de, İbn Ömer'den gelen rivayete göre, Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Kim, -av yahut davar köpeği müstesna- bir köpek barındıracak olursa, her gün onun ecrinden iki kırat eksilir." Yine Sahih (-i Müslim), Ebu Hureyre'den şöyle dediğini rivayet etmektedir: Resulullah (s.a.v.) buyurdu ki: "Kim, -davar (çoban) yahut av veya ekin köpeği müstesna- bir köpek edinirse, her gün onun ecrinden bir kırat eksilir."

 

ez-Zühri dedi ki: İbn Ömer'e, Ebu Hureyre'nin bu hadisi rivayet ettiği nakledilince şöyle dedi: Allah Ebu Hureyre'ye rahmet ihsan eylesin. O, ekin sahibi bir kimse idi; (o bakımdan bu hadisi iyi bellemiş).

 

Görüldüğü gibi sabit olan sünnet av için, ekinleri beklemek ve davarları korumak için köpek beslemenin caiz olduğuna delildir. Bunların dışında herhangi bir menfaat söz konusu olmaksızın köpek besleyenlerin ecirlerinin eksileceğinin belirtilmesi ise, ya köpeğin müslümanları korkutmasından, havlamasıyla onları şaşırtmasından dolayıdır yahut eve meleklerin girmesine mani olduğundan dolayıdır, ya da -Şafii'nin görüşüne göre- köpeğin necaseti dolayısıyladır. Yahut da herhangi bir faydası olmayan bir şeyi edinmeye dair yasağın çiğnenme cesaretinin gösterilmeSinden dolayıdır. Doğrusunu en iyi bilen Allah'dır.

 

Konu ile ilgili iki rivayetten birisinde "iki kırat" denilirken, diğerinde de: "Bir kırat" denilmektedir. Bu, biri diğerinden daha çok eziyet veren iki köpek türü hakkında olması ihtimaline binaendir. Mesela, Hz, Peygamber'in öldürülmesini emrettiği siyah köpek buna bir örnektir. Hz. Peygamber, Hz. Cabir yoluyla gelen hadiste açıkça belirtildiği gibi, köpeklerin öldürülmesini nehyettiği hadisinde, bu gibi siyah köpekleri (öldürülmeyecekler arasında sayarak) bu istisnaya sokmamıştır. Bu hadisi de Sahih (i Müslim) rivayet etmiş olup, buna göre Hz. Peygamber devamla şöyle buyurmuştur: "İki gözü üzerinde iki nokta bulunan simsiyah köpeği bilhassa dikkatli olunuz (öldürünüz)."

 

Sevap eksilme sebebinin, yerlerin farklılığı dolayısıyla olma ihtimali de vardır. Mesela, Medine veya Mekke'de köpek barındıran kimsenin ecrinden iki kırat, başka yerde barındıranın ecrinden de bir kırat eksilmesi söz konusu olabilir. Edinilmesi mübah olan köpek barındırma ise, tıpkı at ve kedi gibi ecrin eksilmesine sebep olmaz. Doğrusunu en iyi bilen Allah'dır.

 

3- Beslenmeleri Mübah Olan Köpeklerin Nitelikleri:

 

Malik'e göre beslenmesi mübah olan çoban köpeği, davarlarla birlikte giden köpektir. Yoksa evde hırsızlara karşı onları koruyan köpekler değildir. Ekin köpeği ise, ekinleri geceleyin veya gündüzün vahşi hayvanlara karşı koruyan köpeklerdir; hırsızlara karşı koruyan değiL.

 

Malik'in dışındaki ilim adamları ise, davar ve ekin hırsızlarına karşı köpek edinmeyi de caiz kabul etmişlerdir. Köpeğin hükümleri ile ilgili yeterli açıklamalar, daha önceden el-Maide Süresi'nde (4. ayet, 4. başlık ve devamında) geçmiş bulunmaktadır. Yüce Allah'a hamd olsun.

 

4- Hayır ve Salah Sahibi Kimseleri Sevmenin Bereketi:

 

İbn Atiyye dedi ki: Babam -Allah ondan razı olsun- bana şunu anlatmıştı: Ben, Mısır camiinde, Ebu'l-Fadl el-Cevheri'yi, 469 yılında vaaz kürsüsünde şunları söylerken dinledim: Hayır ehli kimseleri seven kimse, onların bereketinden bir şeylere nail olur. Bir köpek, fazilet ehli kimseleri sevdi ve onlarla birlikte arkadaşlık etti, Allah da indirdiği muhkem Kitabında ondan söz etti.

 

Derim ki: Bir köpek, salih ve veli kimselerle arkadaşlık edip bunlarla birlikte bulunduğundan dolayı bu üstün dereceye nail olup Yüce Allah Kitabında sözkonusu ettiğine göre, mü'min ve muvahhid olup evliyayı ve salih kimseleri seven kimselerle birlikte oturup kalkanlar hakkındaki kanaatimiz ne olabilir! Hatta bu, Peygamber (s.a.v.)'a sevgi besleyen, bununla birlikte kemal derecelerine kusurları sebebiyle ulaşamayan mü'min kimselere bir tesellidir. Sahih (i Buhari ve Müslim), Enes b. Malik'den şöyle dediğini rivayet etmektedir(ler): Ben, Allah Rasulü (s.a.v.) ile birlikte mescidden çıkıyorken, Mescid'in kapısında bir adam bizimle karşı karşıya geldi ve: Ey Allah'ın Rasulü dedi, kıyamet ne zaman kopacak? Rasulullah (s.a.v.): "Kıyamet için ne hazırladın?" diye sordu. Adam, boyun eğer gibi oldu, sonra da ey Allah'ın Rasulü ben, kıyamete çokça namaz, oruç ve sadaka hazırlamış değilim. Ancak Allah'ı ve Rasulünü seviyorum. Hz. Peygamber şöyle buyurdu: "Sen, sevdiklerinIe berabersin. ''

 

Bir rivayette de Enes b. Malik şöyle demiştir: İslam'a girdikten sonra Peygamber (s.a.v.)'ın: "Sen, sevdiklerinIe berabersin" buyruğundan daha çok hiç bir şeye sevinmiş değiliz. Enes dedi ki: Ben, Allah'!, Rasulü'nü, Ebu Bekir ve Ömer'i seviyorum. Her ne kadar onların amelleriyle amel etmediysem de onlarla birlikte olacağımı ümid ediyorum.

 

Derim ki: Enes'in sözünü ettiği bu husus, nefis sahibi her bir müslümanı da kapsar. Her ne kadar biz de kusurlu kimseler isek de bunu ümid ediyoruz. Ehil kimseler olmasak dahi rahmet-i rahmanı umarız. İşte bir köpek, bazı kimseleri sevdiği için Allah da onu o kimselerle birlikte zikretti. Peki ya biz, imana tam bir inanç ile bağlanmış ve İslam sözünü söylemiş, Peygamber (s.a.v.)'ı da seven kimseler olduğumuza göre ... "Andolsun ki Biz, Ademo ğullarını şerefli ve üstün kıldık. Onlara karada ve denizde taşıyacak vası talar verdik. Kendilerine hoş ve temiz rızıklar verdik ve onları yarattıklarımızın çoğundan oldukça üstün kıldık. "(el-İsra, 70)

 

Bir kesim de şöyle demiştir: Onlarla beraber bulunduğu söz konusu edilen köpek, gerçek bir köpek değildir. Onlardan birisidir. Bu, mağaranın kapısı yanında, onların önünde durmuş ve oturmuş birisi idi ... Nitekim ikizler burcuna tabi olan yıldıza da köpek denilmesi bundan dolayıdır. Çünkü bu yıldızın ikizler burcuna bağlı oluşu köpeğin insana tabi oluşu gibidir. Ayrıca ona el-Cebbar (ikizlerin bir adı) köpeği de denilir. İbn Atiyye dedi ki: Bu kimseye, aynı yere bağlı kalan ve oradan ayrılmayan hayvan adı, bundan dolayı verilmiştir. Ancak köpeğin ön ayaklarını uzatmış olduğundan söz edilmesi, bu görüşü zayıflatmaktadır. Çünkü örfen bu, gerçek anlamıyla köpeğin bir sıfatıdır. Peygamber (s.a.v.)'ın: "Sizden, her hangi bir kimse kollarını köpek gibi yaymasın" diye buyurması da bu kabildendir.

 

Ebu Ömer el-Mutarriz da "Kitabu'l-Yevakıt" adlı eserinde; "Onların köpeklerinin sahibi giriş yerinde iki kolunu uzatmıştı" diye okunduğunu nakletmektedir. Burada "kalib (köpek sahibi)" ifadesi ile -nakledilen rivayete göre- bu adamın kastedilmiş olma ihtimali vardır. Çünkü yukarı doğru bakmak kastıyla yüzün kaldırılmasıyla beraber kolların uzatılması ve yere yapışmak, kendisini saklamaya çalışan ve şüphelenilmesini istemeyen kişinin durumudur. "Kalib" kelimesi ile köpeğin kendisinin kastedilmiş olma ihtimali de vardır. Cafer b. Muhammed es-Sadık da, -köpek sahibi anlamında- bu kelimeyi böylece okumuştur.

 

"İki kolunu uzatmıştı" buyruğunda, ism-i Hil (uzatıcı idi, anlamında) amel etmiştir. Ve burada (mealde görüldüğü gibi) mazi fiil anlamındadır. Çünkü bu bir halin hikayesidir. Bununla köpeğin yaptığı haber verilmek kastı güdülmemiştir. Zira (ko!), dirsek ucundan orta parmak ucuna kadar olan bölgenin adıdır. Diğer taraftan: Kolların (ön ayakların) uzatılması, sürenin uzunluğundan dolayıdır diye açıklandığı gibi, köpek de uyudu ve bu da bu konudaki ilahi belgelerden birisidir, diye de açıklanmıştır. Köpeğin, gözleri açık olarak uyuduğu da söylenmiştir.

 

''Giriş yeri" kelimesi, (avlu gibi) boşluk, düzlük demektir. Bu açıklamayı İbn Abbas, Mücahid ve İbn Cübeyr yapmıştır; ki, mağaranın önündeki boşluk anlamındadır. Çoğulu da: (...) ile (...) şeklinde gelir. Mağaranın kapısı anlamına geldiği de söylenmiştir. İbn Abbas da bu açıklamayı yapmıştır.

 

"Hiç bir yakının bulunmadığı ve bana karşı önündeki düzlüğü kapanmayan bir yere (konakladım).

 

Ve benim orada yaptığım iyilikler bilinmektedir; kimse bunları reddetmez."

Bu beyit, daha önceden de geçmiş bulunmaktadır.

 

Ata da şöyle açıklamıştır: Bundan kasıt, mağara kapısının eşiğidir. Nitekim; "Kapalı kapı" demektir. "Kapıyı kapattım" anlamındadır. "el-Vasid" aynı zamanda kökleri birbirine yakın bitki anlamına da gelir. O bakımdan bu kelime müşterek bir lafızdır. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır. "Yanlarına çıkıp onları görseydin" bu yruğunu cumhur, "vav" harfini esreli olarak, el-A'meş ve Yahya b. Vessab ise ötreli olarak okumuştur.

 

"Mutlaka onlardan geri dönüp kaçardın. " Yani, sen eğer onları görecek olsaydın onlardan kaçardın "ve hiç şüphesiz onların korkusu ile dolardın." Buna sebep ise Yüce Allah'ın etraflarını kapatıp sardırdığı korkunç hal ile onları bürüyen heybettir. Bunun, bulundukları yerin korkunçluğu dolayısyla olduğu da söylenmiştir. Sanki Yüce Allah onları, zahiren korkunç ve ıssız bir yere barınmalarını sağlamak suretiyle, insanların onlardan uzaklaşmasını sağlamak istemiş gibidir.

 

Şöyle de denilmiştir: İnsanlar, bu korku dolayısı ile onlara yaklaşamıyor ve böylelikle insanlar tarafından görülmeleri alıkonulmuş oluyordu. Hiç bir kimse onlara yaklaşma cesaretini gösteremiyordu. Bir diğer açıklamada da şöyle denilmektedir: Onlardan kaçmak, saçlarının ve tırnaklarının uzunluğundan dolayıdır. Bunu da el-Mehdevı, en-Nehhas,

 

ez-Zeccac ve el-Kuşeyrı zikretmişlerdir. Böyle olması, uzak bir ihtimaldir. Çünkü uyandıklarında biri diğerine: Bir gün veya bir günün bir bölümü uykuda kaldık, demişti. İşte bu, onların saçlarının ve tırnaklarının olduğu halde kaldığına delildir. Ancak; onlar bu sözleri, tırnaklarına ve saçlarına bakmadan önce söylemişlerdir, denilmesi müstesna.

 

İbn Atiyye dedi ki: Onların durumları hakkında doğru olan şu ki: Yüce Allah, uykuya daldıkları sıradaki hallerini olduğu gibi muhafaza etmiştir. Böylelikle bu, hem onlar için hem de başkaları için bir belge teşkil etsin. Onların elbiseleri de eskimedi ve herhangi bir nitelikleri de değişikliğe uğramadı. Şehire giden kişi sadece o şehirin alametlerini ve binalarını tanıyamamıştı. Eğer kendi nefsinde de benimseyemeyeceği bir durum sözkonusu olsaydı, elbetteki bu, onun için daha da önemli olurdu.

 

Nafi, İbn Kesir, İbn Abbas, Mekkeliler ile Medineliler; "Onların ... dolar taşardın" şeklinde mübalağa olmak üzere "lam" harfini şeddeli olarak okumuşlardır. Yani, defalarca dolar taşardın, demek olur. Diğerleri ise, "lam" harfini şeddesiz olarak okumuştur. Şeddesiz okuyuş da dilde daha meşhurdur. el-Muhabbal es-Sa'dı'nin şu beyitinde ise bu kelimenin "lam" harfi şeddeli olarak geçmektedir: "en-Nu'man ihramlı iken insanlara saldırıp öldürdüğü vakit Sen de Ka'b b. Avf'dan (alacağın) zincirleri doldurdukça doldur."

 

Cumhur, "Korku" kelimesini "ayn" harfini sakin olarak; Ebu Cafer ise ötreli olarak okumuştur. Ebu Hatim: Bu iki okuyuş iki ayrı söyleyiştir, demektedir. "Kaçardın" kelimesi hal olarak nasb edilmiştir. "Korku" anlamındaki kelime ise ya ikinci mef'uldür veya temyızdir.

 

SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E TIKLAYIN

 

Kehf 19-20

 

 

 

ANA SAYFA             SURELER    KONULAR